Zor zamanların yarattığı güçlü insanları tanırım. Karşılarına çıkan sayısız engele rağmen, yılmadan ilerlemeyi sürdürürler. Biz de fazlasıyla çetin dönemlerden geçtiğimize göre yaşadıklarımız, güçlü insana dönüşme çalışmaları olarak yorumlanabilir. İhtiyacımız olan şey, sıkıntıları aşmak için irade ve bizlere yardımcı olacak farklı bakış açıları. Bugünkü konumuz, sendromlar…
Bu yazıyı klavyeye almak için (kaleme almanın şimdilerdeki versiyonu) özellikle Pazartesi gününü tercih ettim. Belki de kendime, olumsuz duygulara kapılmama sebebiyet veren şeyin, günler olmadığını tekrar kanıtlamak istedim. Böylelikle, uzun süredir barışık olduğum Pazartesi ile anlaşmamızı bozmadım. Biliyorum ki haftanın ilk günü ile kavga edersem, geriye kalan zamanım da kötü geçer çünkü, benim kavgalarım genelde bir günde bitmez.
Sendromlar tarafından kuşatılmış durumdayız. Pazartesi Sendromu, Kararsızlık Sendromu, Imposter Sendromu hatta Tükenmişlik Sendromu… Her biri dayanma gücümüzün sınırlarını zorlayan ve hayatlarımızı etkileyen sıkıntılar. İşin teknik tarafı elbette uzmanların alanı fakat üstesinden gelmekte zorlandığımız benzer problemler karşısında elimiz hepten güçsüz değil.
Bir yerlerde, insanın en büyük düşmanının yine kendisi olduğuna dair bir cümle okumuştum. Ne zaman kendisini acımasızca eleştiren birini görsem, bu söz aklıma gelir. Kişi, hayallerini ve zaaflarını yakından tanıdığı için yaptığı işleri küçük görme eğilimde olabilir. Öz eleştiride bulunurken olumlu-olumsuz dengesini doğru kurmak gerekir. Motivasyonunu kaybederek sürekli kendi açığını arayan birisi, zamanla başarısız olduğuna inanabilir. Dürüst olmak kadar önemli bir şey varsa o da kendimize karşı dürüst olmaktır.
Sendromlarla uzlaşmak zorunda değiliz. Kısa süreli, dönemsel problemleri çok fazla araştırıp hızlı teşhis koymaya kalkarsak; uzun vadede aşılması güç, karton dağlar yaratabiliriz. Her baş ağrısının büyük hastalıkların habercisi olmadığı gibi her benzer olumsuz duygu da sendromlara işaret etmeyebilir. Teşhisimiz doğru olsa dahi kabullenip teslim olmak yerine mücadeleye başlayabiliriz. Sendromlarla uzlaşmaktansa onlardan uzaklaşmayı tercih edebiliriz. Hobiler edinmek, sosyalleşmek, spor yapmak, kısaca kendine değer vermek; işin önemli bir parçası.
Şu bir gerçek ki kötü şart, insanı sendrom sahibi yapar. Yanlış yer, yanlış zaman ve yanlış kişilerde çok fazla ısrarcı olmamak gerekir. Günde 16 saat çalışan, hak ettiği değeri görmeyen ve küçümseyici davranışlara maruz kalan birinin kendini kötü hissetmesi son derece doğaldır. Öyleyse, kendimizi suçlamadan önce şartları gözden geçirmekte fayda var. Bazen, şartlar iyileştiğinde problem çözülür.
Yaşadığımız çağ, bizlere kendimizi dinlemeyi unutturdu. Yaraların zamanla sarılacağı gerçeğini saklayıp, acele etmeye ve hızlı yaşamaya yönlendirdi. Bizlerse, her geçen gün yeni hayalî ihtiyaçlar üretmeye devam ettik. Sanırım, tüketim toplumunun bir parçası olmaya o kadar alıştırıldık ki sonunda kendimizi tüketmeye başladık.
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Ut elit tellus, luctus nec ullamcorper mattis, pulvinar dapibus leo.
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Ut elit tellus, luctus nec ullamcorper mattis, pulvinar dapibus leo.
Sendromsuz Pazartesi’lerde buluşmak üzere.
Alper